20 Şubat 2014 Perşembe

AMİN MAALOUF- SEMERKANT (ŞUBAT AYI OKUMALARIM)

Yazarı
Orijinal ismi
La Samarcande
Çevirmen
Esin Talu Çelikkan
Kapak tasarımı
Nahide Dikel
Özgün dili
Dili
Türü
Yayınevi
Anadilinde
basım tarihi
1998 (1. Basım)
Sayfa sayısı
317
Boyut ve ağırlık
14 x 21 cm


Kitabın arka kapağından;

'Titanic'te Rubaiyat! Doğu'nun çiçeği Batı'nın Çiçekliğinde! Ey Hayyam! Yaşadığımız şu güzel anı görebilseydin!' Amin Maalouf, 'Afrikalı Leo'dan (YKY, 1993) sonra bu kez Doğu'ya, İran'a bakıyor. Ömer Hayyam'ın Rubaiyat'ının çevresinde dönen içiçe iki öykü... 1072 yılında, Hayyam'ın Semerkant'ında başlayan ve 1912'de Atlantik'te bit(mey)en bir serüven... Bir elyazmasının yazılışının ve yüzlerce yıl sonra okunurken onun ve İran'ın tarihinin de okunuşunun öyküsü/tarihi... [1]
Amin Maalouf, Doğu'ya, İran'a bakıyor. Ömer Hayyam'ın Rubaiyat'ının çevresinde dönen içiçe iki öykü...

Altı çizilen yerler;
*… Favardin 458’in ilk günü, yani 21 Mart 1079’da törenlerle başlatılan yeni Celali takvimini hazırlamıştı. O yıl, Hayyam’ın hesapları sayesinde, kutsal Nevruz bayramının yerinin değiştiğini, Balık burcunun tam ortasına denk düşmesi gereken yeni yıl başlangıcının Koç burcunun ilk gününe kaydırıldığını, İrani ayların o zamandan beri burçlarla örtüştüğünü, Favardin’in Koç, Esfand’ın da Balık ayı olduğunu hangi İranlı unutabilirdi?
…Takvim resmen Sultan’ın adıyla anılsa da, sokakta ve hatta bazı evraklarda “Ömer Hayyam takviminin şu yılı” denip geçiliyordu. (syf,102)
*Siyasetname=Nizammülmülk (syf,123)
*Hasan Sabbah, müritlerinin beynini etkinleştirip öğrenmeye daha açık kılmak için hazırladığı bir reçetesi de biliniyordu. Havanda dövülmüş cevizi bal ve kişnişle karıştırarak hazırlanan bir macundu bu. (syf,132)
*”Allahım, elimden geldiğince Seni algılamaya çalıştığımı biliyorsun. Sana doğru izlediğim tek yol Senin hakkındaki bilgim oldu. Bu yüzden bağışla beni!” (syf,162)
*Kalk haydi, ebediyen uyuyacağız zaten! Ömer Hayyam (syf,171)
*Fransızcadaki pére, mére, frére, fille; İngilizcedeki father, mother, brother, daughter; Farsçada peder, mader, birader, duhter oluyor.(syf,199)
*İran’dan ihraç edilebilecek ürünler hangileridir?
-Kirman şalları, inci, laciverttaşı, halı, Şiraz tütünü, Mazenderan ipeklileri, sülük ve kiraz ağacından yapılma nargile imameleri. (syf,200)

*…Yemeğe ancak gece yarısına doğru geçildi. Bütün gece boyunca şamfıstıkları, bademler, tuzlu çekirdek ve şekerlemelerle yetinilmiş, yemek bu törene son noktayı koymuştu. Ev sahibinin görevi yemeği mümkün olduğunca geciktirmekti, çünkü ana yemek gelir gelmez –o geceki ana yemek cevahir pilavıydı- her davetli tabağını on dakikada silip süpürür, ellerini yıkar ve giderdi.  (syf,205)

*Bu ülkeye geldiğimde, kocaman kocaman sakallı adamların bin iki yüz yıl önce işlenmiş bir cinayet için hala hıçkırıklara boğulup dertlenmelerini anlayamıyordum. Artık anladım. İranlılar geçmişte yaşıyor, çünkü geçmiş onların vatanı, çünkü şimdiki zaman hiçbir şeyin onlara ait olmadığı yabancı bir ülke. Bizim gözümüzde modern yaşamın, insanın özgürleşmesinin simgesi olan her şey onlara göre yabancı egemenliğinin ve baskısının simgesi: Karayolları, Rusya demek; demiryolu, telgraf, banka, İngiltere; posta dedin mi Avusturya –Macaristan… (syf,247)

*Yolculuğun dördüncü gecesi yazmayı karıştırırken Hayyam’ın vakti zamanında şu rubaiyi yazdığı sayfayı açtım:
Yaşam soluğumuzun kaynağını soruyorsan
Çok uzun bir hikayeyi özetlemek gerekirse
Derim ki çıkmış ummanın derinliklerinden
Sonra umman yutuvermiş onu yeniden. (syf,313)




6 Şubat 2014 Perşembe

İSKENDER PALA-OD (ŞUBAT AYI OKUMALARIM)




(İskender Pala ile Od hakkında kısa bir röportaj: www.on5yirmi5.com sitesinden alıntıdır.)

Od bir Yunus romanı. Tarihi kaynaklarda sadece yarım sayfa tutarındaki bilgilerin araları doldurulmuş, şair Yunus ete kemiğe bürünmüş sanki. Pala, kafalardaki Yunus portresini değiştirmeden onu zenginleştirmeye çalıştığını söylüyor. Pala'ya göre Yunus, Mevlânâ kadar büyük, ama toplum nazarında onun ulaştığı yerden uzak... İskender Pala ile Yunus'u, romanı, kültürel zenginliklerin sanata niçin yansımadığını konuştuk.Od fikri neyden doğdu, amacınız neydi?
Yunus'un 'Bir garip ölmüş diyeler/Üç günden sonra duyalar' dizeleriyle anlattığı gariplik... Mevlânâ'nın adı her yere yayılırken, ondan aşağı olmayan Yunus Emre'nin garip kalmasını istemedim. Üstelik de Mevlânâ ile aramızda dil perdesi varken... Mevlânâ'nın bulunduğu yerden çok bahtiyarım. Ama doğrudan kalbimize söyleyen Yunus'un da bilinmesini istedim.
Mevlânâ'dan aşağı değil derken... Şiiriyet mi, manevi anlamda mı?
İkisi de şiir söylüyor. Ama Yunus'un yaptığı Mevlânâ'nınkinden zor. Yunus çiftten-çubuktan başka şey bilmeyen insanlara yabancı oldukları bir dünyayı anlatıyor. Ben ikisini de birer güle benzetiyorum. Biri has bahçede açmış, her gün sulanır, budanır, bakımlıdır. Diğeri bir yamaçta dağ başında büyüyen bir gül, rüzgârını Allah estirir, gıdasını gönderir. İkisi de açar. Biri berrak bir safiyet kokar, diğeri işlenmiş bir zarafet... Onun için birbirlerine denktir diyorum.
Halkta karşılık bulmaları da birbirinden farklı mı?
Mevlânâ'dan ezberinizde bir şey yoktur bu coğrafyada. Ama hangi şehre, köye, eve hafızalarda Yunus'tan bir şey bulursunuz. Onun Mevlânâ'nın geldiği yere gelememiş olması 'garip'liğinden. 'Bir garip ölmüş diyeler/üç günden sonra duyalar' diye keramet izhar ediyor. Kerameti kendimce algılıyorum ve diyorum ki bir Yunus romanı yazmalıyım.
Tarihsel boşlukları nasıl doldurdunuz?
Yazdığım kitap bildiğimiz Yunus portresini bozmamalıydı. O bizim Yunus'tu, bizim evin çocuğuydu. Değiştirebilirdim, cengâver ya da Şeyh Yunus da yapabilirdim, şeyhti çünkü. Değiştirmedim, bütün kimliklerini coğrafyamızda ona atfedilen güzellikleri harmanlayarak portreyi zenginleştirmek istedim.
Kemal Tahir'in Devlet Ana romanında, Sabahattin Eyüboğlu'nun veya buna benzer diğer kitapların çizdiği Yunus tiplemesi bir değiştirme çabası mı?
O portreler birkaç Yunus şiirinin penceresinden bakarak oluşturulmuş. Ben Yunus'u bir şair olarak değil bir insan olarak anlattım: Rençber Yunus, Derviş Yunus bir de Işık Yunus... Yaşadığı çağı iyi okuyup orada yaşayacak olan Yunus'u irdeledim. Diğer kitaplar üç paragraf anlatım bir blok Yunus şiiri şeklinde, ben hiç şiir yazmadım.
Ama siz de şiirleri kullanmışsınız...
Anlatımların içinde erittim, şiirler üzerinden yürümedim. Şiir söyleme aşamasındaki Yunus'un vetiresini, tedahüllerini, renkten renge girmesini anlattım. Bazen kendini İsa gibi bazen Musa gibi, bazen kilise, bazen cami düşüncesiyle yetmiş iki millete bakışını... Çünkü insan hayatının en ucuz şey olduğu coğrafyada başka türlü Yunus olmazdı.
Sabri Koz ve oğlunuz Ahmet Alperen'e teşekkür var. Onların Od'daki rolü ne?
Bir yıl önce, ilk defa Sabri Koz, 'Hocam bir Yunus romanına ne kadar ihtiyaç var, bunu yazsanıza.' dedi. O sıralar Galip Dede'nin Hüsn-ü Aşk'ını yazıyordum. Oğluma sordum. Onun tercihi de Yunus olunca Galip Dede'yi bıraktım. Devam edeceğim inşallah ona da.
Sonrasında nasıl gelişti süreç?
Araştırmaya başladım. Pek çok kaynağı yeniden gözden geçirdim. Bir dervişin hayatı çok da cazip değildi roman konusu olarak. Belki psikolojik roman yazarsınız ama o bile zor. İyimser düşündüm. Tarihi kaynaklarda Yunus'un İsmail isminde bir oğlu geçiyor. Karaman'da Yerce isminde bir köyü satın alıyor. İsmail üzerinden aksiyon kısmını vereyim diye düşündüm. Sonra Sitare önemli bir figür. Çünkü o kadının aşkından İlahi aşka doğru yükselen bir yol izlenmesi lazımdı.
Sitare, Yunus'un yıldızlı heybesi, Elif'in Sitare'ye dönüşmesi... O günlerde böyle aşklar var mıydı?
İnsan her zaman karşı cinsi sevme konusunda haddi aşmıştır. Haddi aşınca zaten o sevginin adı aşk oluyor. Her çağda hüzün dolu aşklar vardır. Leyla ile Mecnun hicri ikinci yüzyılın insanı, daha öncesi de var. Batı'da var böyle aşklar. 13. yüzyıl aşklara muhtaç olunan bir yüzyıl. Hayatlar o kadar savrulmuş, açlık, kıtlık, kuraklık, şiddetli kışlar üst üste gelmiş. Moğollar, haçlı şövalyeleri, Bizans... Kimin kime gücü yeterse onu alt ettiği bir çağda kadın için bir erkeğe tutunmak, erkek için bir kadını sahiplenmek önemliydi. Yunus mutlaka eşine çok âşıktı. Eşi öldüğü zaman dergâha Taptuk'un eşiğine varırken de içinde o aşkı taşıyordu.
Sitare'nin Yunus için anlamı nedir?
Bu özel bir aşk... Sitare yıldız demek. İleride o yıldızın ışığı hep yol gösteriyor. Sitare ölüyor, fakat yıldızı heybesinde, kalbinde, rüyasında... Onu yönlendiriyor.
Yıldızın peşinde güneşe ermek...
Eğer yıldızın peşine düşerse insan, yıldızı kaybetmeden daha fazla ışık bulabilir. Beşeri aşka tutulursa onu inkâr etmeden daha büyük bir aşka yelken açabilir. Yıldız, bir kadın, fakat o kadının aşkını, İlahi aşka gidince inkâr ettirmedim. Sufiler de etmiyor zaten. Güneş doğduğu zaman yıldız görünmez. Ama bu onun kaybolduğu anlamına gelmez.
Altı çizilesi yerler;
*Kabristan; bir ibretlik yer idi; ne kapı vardı giresi, ne yemek vardı yiyesi, ne ışık vardı göresi!.. (syf,118)
*Bir zamanlar çektiğim “Bilmem” zikrinden sonra yedi yıl boyunca yedi esma virdiyle nefis terbiyesinden geçip “Ya Alim”e yükselmiş, “Ey her şeyi bilen Allah” demenin lezzetini tatmıştım. (syf,250)
*“Bin bir adlu bir Allah, yüz bin adlu ya Sübhan, bir derdime bin derman sen yarı kıl ya Rahman” duasını okuya okuya ikinci kez yeniden bina ettiğimi söylesem Molla Kasım inanır mısın? (syf,281)
*Çam sakızı topladım, ufaladığım melengiç yaprakları ve yulaf samanlarıyla yoğurup bir yakı hazırladım. (syf,282)
*Allah bana hastaları kolayca iyileştirecek eller bahşetmişti. (syf,283)
*“Derdi veren Allah dermanı da vermiş Zahir Baba, suçu tövbe ile birlikte yaratmış Allah!” (syf,291)
*Geyikli Baba’nın, onca yoldan gelmiş bir dervişe neden dolu göndererek gizliden gizliye “Hanemizde sana yer yok, çok kalabalık ve doluyuz, himmetini başka yerde ara!”… (syf,323)
*Tapduk Sultan’ım ile Şeyh-i San’an’ın kabirlerini birbirine bitiştiren defne ağacından düşmüştü.
Hastadan, alilden, yaşlıdan her kim gelirse bu defne yapraklarından demleyip suyunu şifa diye sunarsa onlar Allah’ın izniyle şifa bulurlar. (syf,332)

20 Ocak 2014 Pazartesi

FRANZ KAFKA- DÖNÜŞÜM (OCAK AYI OKUMALARIM)

YazarıFranz Kafka
Orijinal ismiDie Verwandlung
ÜlkeAvusturya-Macaristan
Özgün diliAlmanca
TürüNovella

Grete, Gregor'un küçük kız kardeşi ve dönüşümden sonra bakıcısıdır. Başlarda Grete ve Gregor'un iyi bir ilişkisi vardır ancak zamanla bu ilişki azalır. En başta onu beslemek ve odasını temizlemek için Grete gönüllü olsa da öykü ilerledikçe daha sabırsız olup, inadına ve kasıtlı bir biçimde odaya pis yemekler getirir. Keman çalar ve konservatuvara gitme hayalleri kurar. Gregor da, bu hayali gerçekleştirmek için çalışmaktaydı ve Noel arifesinde bunu açıklayacaktı.

9 Ocak 2014 Perşembe

İCLAL AYDIN-BİR CİHAN KAFES (OCAK AYI OKUMALARIM)



Arka Kapaktan:

Zorba, itaatkârın üzüntüsüyle beslenir...

"Sevgin direğimiz, üzerimize saldığın korku çatımız olmuş meğer. Mutsuzluğumuzdan örülü bir devlet yaratmışsın hepimize.

Sen en çok beni severdin ya.

En çok beni köle yapmışsın kendine." Samire, Yaşar, Lorin.

Birbirlerinin gölgesinde saklanan, birbirlerinin masalını yazan üç küskün kadın.

Yaraları doğuştan, lanetleri miras...

Yalnızlığın kuyusunun başından ayrılmadan, kederlerinin yankısını dinlediler.

Her masalın sonu gece değildi elbet.

Üç, ikiden ve dahi birden iyiydi.

Ve her yanlışın doğrusu kendi içinde gizliydi.

Kanadı kırık üç kadın, ödedikleri ağır bedellerin karşılığını, içinde çırpınıp durdukları, kapısı açık olsa da çıkıp gidemedikleri gölge kafeslerinde bekledi. İhtiyaç duydukları inanç, temize çekecekleri geçmişte saklıydı.

Altı çizilesi yerler:

*Anne karnında her şeyden ve hepsinden evvel kalbin, sonra omuriliğin beliriyor. Ardından tomurcuk açıyor ellerin.
Bir insanın yumruğu kadardır kalbi, derler.
Demek ki kalbin kadar insansın.
Avucunun içine düşen kalp kadar merhametin… (syf,1)

*Bebek, ciğerine hava dolduğu an ağlamaya başlar. Anlar ki, dünyadadır artık… (syf,32)

*Bir kadına en çok yakışan aşk işareti… Durmaksızın, nedensiz tebessüm etmesine neden olan o dudak kelebekleri… İki yanda, arsız, tazecik, güzeller güzeli iki kelebek… Bir kadın sevildikçe daha çok kanat çırpan kelebekler… (syf,80)

*Birden kalp şeklinde çakıl taşları gördüm. Yüzlerce… Yüzlerce… Yüzlerce… Neydi onlar sanıyorsun? Sevilmemekten taşa dönmüş minik kalplerdi. Sahile bırakılmışlardı. Tek tek topladım onları, kucağıma aldım, güneşe karşı oturdum. (syf,82)

*Lorin; avuntu.. Ninni… Aydınlık… Avutmak için söylenen ninni.. (syf,109)

*Aşkta mesele şu ki… O dönme dolap, adı üzerinde, dönüyor… Yükseliyor… Alçalıyor… Ama sen hep en tepedeki halini anımsıyorsun… (syf,114)

*Babalık zamanla öğreniliyormuş, tıpkı insanlık gibi. Tam öğrendiğim diyordum, artık iyi bir insan, iyi bir baba olabilirim, hatalarımdan sonra doğrularım kaldı geriye diyordum ama vakit yetmedi.
Hayatın böyle bir oyunu var işte. Sana aslında neyin lazım olduğunu öğreniyor, idrak ediyorsun ama o son gün gelmiş oluyor ve işine yaramıyor. (syf,124)

*Eğer bir kadın kendi parasını kazanamazsa mutlaka erkeğin kölesi olur.
Hiçbir erkeğin seni boş vaatlerle kandırmasına göz yumma. Erkekler güzel sözler söyler. Kadınlar da güzel söze kanar. Sevilmek ister hepsi. Ama erkekler zayıftır yavrum, kolay konuşurlar. Konuşmak, söz vermek dilden çıkar, uçar gider. (syf,147)

*İnsan dünyanın en büyük yalancısıdır kendine. İnanmak isteyin yeter ki; ne bahaneler bulur yürek… (syf,172)

*Bir adamı acıyla ve inatla sevmenin utancı içindeydi. Midesi ve kalbi aynı anda ağrıyordu. Ya çok mutluydu onunla ya da çok mutsuz.
İnsan, birini hayatından çıkarmaya çalıştığında onu daha mı çok büyütüyordu içinde yoksa?
Meleği ile şeytanının aynı adamın bedeninde olduğuna inanacak kadar karmakarışık etmişti dünyasını bu ilişki. Doruk zehirliyor, Doruk hasta ediyor, Doruk çıldırtıyor, sonra bütün bunları yapan o değilmişçesine panzehiri oluyor, sakinleştiriyor, severek iyileştiriyordu. Ya da iyileştirdiğine inanıyordu. (syf,221)

*Artık yaşadıkları hiçbir mutlu ana güveni yoktu. Her barışma geçiciydi. Her kavganın mutlak bir sevişmeyle son bulacağı gibi…
Paçavraya dönmüştü ruhu. (syf,222)

*Ne çok yaramı açık ettim sana. Bile bile… Şimdi giderken yine yaralarımdan vurursun sen beni!(syf,226)

*Hiçbir zaman hiçbir şeye bağlanmadın. Kaybedince kahrolacağım hiçbir şey benim olmasın, derdin… (syf,242)

*Senden kaçarken, senin fark ettiğin, beni yüzleştirdiğin çirkin tarafımdan kaçıyordum. Bunu anlatabilmek çok güç ama öte yandan beni olduğum gibi kabul etmeni istiyordum. Bütün o sefil halimle. Senin her kırgınlığın beni kendime daha da öfkelendiriyor, çevreme karşı daha da kabalaştırıyordu. Her şeyi kırıp dökmemin ve bu sonsuz mutsuzluğumun sebebinin sen olduğunu düşünüyordum. Sana daha da öfkeleniyordum. Çok kıskanıyordum seni. (syf,257)

*Bu yüzden ikinci bir şansı asla vermemeliydi ona, asla! Hiçbir zaman değişmezdi bu adam. Ya göklere çıkarır ya da yerin dibine batırırdı. (syf,272)

*Allah günahta ısrarı ve isyanı sevmez.. Israrlı mutsuzluk günahtır, isyandır.
Şeytanın nereden nasıl geleceğini bilemezsin. Kılık değiştirir. Sen dua et kuzum. Allah dua eden kulunu güçsüz, yalnız bırakmaz. Ne diyor hep ulu Rabbim? Ey iman edenler,diyor.. (syf,321)

6 Ocak 2014 Pazartesi

DÖNÜŞÜM - FRANZ KAFKA (OCAK AYI OKUMALARIM)






Franz Kafka'nın 1915 yılında yayımlanan Dönüşüm adlı anlatısı, yazarın anlatım sanatının gerçek anlamda doruklarına varmış olduğu bir yapıtıdır. Küçük burjuva çevrelerindeki tiksindirici aile ilişkilerini en ince ayrıntılarına kadar irdeleyen anlatı, aynı zamanda genelde toplumun kalıplaşmış, işlevini çoktan yitirmiş akışına bilinç düzeyinde başkaldıran bireyin tragedyasını çarpıcı biçimde dile getirir. Gregor Samsa'nın başkalaşması, bir böceğe dönüşmesi, salt bir çarkın kaskatı dişlisi, eleştirmeyen, ama yalnızca boyun eğen bir toplum teki olmaktan çıkma anlamını taşır; böylece böcekleşen'in yazgısı, elbet toplumca dışlanmaktır. Kafka'nın en kalıcı yapıtları arasında yer alan ve Nobel ödülü sahibi Elias Canetti'nin "en yetkin düzeydeki anlatım sanatının tipik örneği" diye nitelendirdiği Dönüşüm'ü, Ahmet Cemal'in kaleminden yeni bir çeviriyle sunuyoruz.