18 Aralık 2013 Çarşamba

PERİ GAZOZU - ERCAN KESAL (EYLÜL AYI OKUMALARIM)










Arka Kapaktan:

“Vicdanımız kuruyor. Babalarını erken kaybetmiş yetim çocukların masum başlarını koyacakları göğüsler çoktan çöktü, farkında mısınız? Göğüs çöktükçe zulüm tepemizde kalıyor. Kavisli ve dolaşık geçmişimizse, bozuk düzenimizin telleri olmuş. Duyduğunuz sesler bu yüzden içli ve bu kadar derinden geliyor. Şimdi bir türlü sığamayıp, delice bir kavgaya tutuştuğumuz, adına Anadolu denen şu kadim topraklarda, binlerce yıl önce hüküm sürmüş, bir Hitit kralının oğullarına bıraktığı vasiyete bakın isterseniz: ‘Öldüğümde beni, usulünce yıkayın, göğsünüze yaslayın ve toprağa bırakın.’ Bu kadar.” Hayatın en yalın ve en efsunlu meseleleri, ölüm ve yaşam, anne baba-çocuk arasındaki zor muhabbet, büyümek ve yaşlanmak üzerine… Vefalı bir oğulun gözüyle. Bilhassa ölümün, ölümle baş etmenin olağanüstülüğü ve olağanlığı üzerine… “Alışmaya” direnen bir hekimin gözüyle. Taşranın sıcak kucağı ve serin kasveti üzerine… Orayı hem içinden hem dışından bilen bir evladının gözüyle. Türkiye’nin ipin ucundaki yakın tarihinin gölgesi… Kalbi avucunda birinin gözüyle. Ercan Kesal’dan, aynanın kenarındaki fotoğraflar misali hayat parçaları, sohbet makamında insan hikâyeleri.

Bu güzel kitabı bana Sevgili arkadaşım Jülide'ciğim aldı onun hediyesi. Çok mutlu olmuştum aldığında çünkü çok okumak istediğim bir kitaptı. Buradan da ona çok teşekkür ederim. :) (Müjdat Hoca'nın tavsiyesi üzerine alınmıştır)

Altını Çizdiklerim:
*Benim betim benzim  pek soluktu. Kim demişse, "Bunda solucan vardır benzin içir, geçer," demişler.(syf,23)
*Ivo Andriç'in "Drina Köprüsü.." İlk kitabım... (syf,23)
*Cem Karaca'nın şarkısı: 
"Küçük kardeş bu yıl Siyasal'a gidecek, 
Paltoya para yok ki, o da parka giyecek". (syf,27)
*Mevlüt oğlu 1959 doğumlu Ercan Kesal, huzura alındı, usulen yemin ettirildi ve ölüm nedeni soruldu..."(syf,36)
*Neşet biraz sıkıntılı sanki. Bir an duruyor ve aynısını kırk sene sonra, İstanbul'da bir açık hava konserinde duyduğum bir cümleyle, izin istiyor seyircilerden:
"Ayağınızın turabı, göğnünüzün hizmatçısıyım. Şu cekattan bir kurtulayım müsaade ederseniz." (syf,40)
*Baban, çiftçiykende böyleydi kuzum. Kulüpte gider, öğretmenin, savcının yanına otururmuş. Amcan kızardı, 'kendin gibi çarıklılarla otur, ne işin var iskarpinlilerin yanında,' diye. Hiç sesini çıkarmaz. gine bildiğini okurdu baban..." diye anlatırdı annem, gururlu bir şikayetle. (syf,43)
*Adımızı sorarız birine, o bize adını söyler" Edip Cansever (syf,45)
*Ağır, eski bir ahşap kapıdan giriliyor içeriye. Üç basamak sonra genişçe bir avlu. Avlunun en dibinde, çok daha derinlere gittiğini hayal ettiğim tafana denilen karanlık ve serin bir mağara. Tafananın ortasında bir seren. Üzerinde her daim bir tuluk asılı olur. Şişman ve pembe bir koyun gövdesi. İçi tıka basa taze peynirle dolu. (syf,45)
*Kim sorarsa adını, kendi adını söyleme. Kaynananın adını söyle. O zaman sıkıntı çekmezsin işte. (syf,46) :)
*Ördek mi? İsminiz Ördek mi yani? (syf,50)
*Benden iki yaş büyük abimle, "Eskişehir Süs" markalı sobamızın altına inen sıcak küle patates gömmeyi keşfetmişiz. 
*Kemal Tahir'in "Yediçınar Yaylası.", Jules Verne'nin "Esrarlı Ada" .(syf,53)
*Annem, babamın gazozhanede şerbet yaparken kullandığı şeker çuvallarından iç çamaşırı diktirmiş. Neşeyle giyiniyorum. İyi güzel ama, biraz sert ve hafif kaşıntı yapıyor sanki. Sorun değil. Yalnız, külotun hemen arka tarafında Kayseri Şeker Fabrikası'nın mührü var. (syf,54)
*Oğlum bu memlekette keçi etine koyun eti damgası basar, satarlar. Sen sonra uğraş dur ben keçiyim diye. Müsak "komünist" mührünü, ömrünüzün sonuna kadar çıkaramazsınız. Hadi gidin buradan. (syf,56)
*Kapıya gelen dilenciye yiyecek verirken sevap bana yazılsın diye yarış yapılan bir evde büyüdüm ben. (syf,66)
*Dedemden öğrendiğim, "insan olmak" kendi mutlu olduğun şeyleri yanındakilere de iletmektir. İnsan, kendinde olmasını istediği herhangi bir şeyi bir başkası için de aynı şiddette isteyebiliyorsa "insanım" diyebiliyor.
Birbirimizin hayatlarının içindeyiz ve insan olmak galiba "diğerkam" olmaktan geçiyor. (syf,72)
*Göbeğin altından mesaneye bir iğneyle girerek, birikmiş idrarı dışarı akıtmak. (syf,84)
*Pantolonumun belinde kalınca bir ip... Kendir..."Avanos'un uşağı, kendirdendir kuşağı..." Gazozcu Mevlüt'ün Peri Gazozları Sloganı da çok masum: "Peri bacaları diyarında peri içilir." (syf,87)
*Ha deyince elmayı dalından, yıldızı yerinden kopardığım, imkansızın farkında olmadığım yıllar. (syf,89)
*Bornova... On sekiz yaşındaki bir kızın gece gülümsemesi. Küçükpark, Çınar Pastanesi... (syf,96)
*Sabahın ilk saatlerinde okula giden öğrenciler, yoksul çantalarını buğday pazarının duvarına yaslamış, sakızdan çıkan "Yılmaz Güney" kartlarını gösteriyorlardı birbirlerine. (syf, 99)
*İnsanın yaşayacağı en tahammül edilmez acı, yanık acısıdır. Bunu hiç unutmayın ve ne olur yanmış hastalarınızın önce acısını dindirin. (syf,102)
*Yeniden kullanılmak üzere kazınan, fakat kazındıkça eskiden yazılanların parça parça ortaya çıktığı parşömenler gibi bir hayat. "Palemsest" yani. (syf,103)
*Burger. "Budama hastalığı" yani. Genellikle sigara içenlerde görülen bir hastalık. Sigaradan vazgeçmediği için bacağından vazgeçecek. (syf,113)
*Şimdi arkanıza yaslanın ve bir an düşünün n'olur. Bir baba, on sekiz yıl önce öldürülen ve kaybedilen oğlunun, kafatası ve kemikleri, yanmış halde bir kuyunun dibinde bulundu diye sevinç gözyaşları döküyor! Bundan sonraki tüm sevinçlerim bu ülkeye haram olsun...(syf,115)
*Zavallı valizimin bir türlü kapanmayan fermuarını halı dokurken kullanılan kındapla bağlamıştı annem ve kındapın annem gibi koktuğunu keşfetmiştim. Sonraki geceler koynumda annemin kokusu, kındapla uyudum hep.(syf,118)
*Hastayı daha muayene etmeden, kapıda ilk gördüğünüz anda teşhisinizi koymalısınız. Çünkü, her hastanın ayrı bir yürüyüşü, bakışı ve ayrı bir kokusu vardır. 
Manisalı bir aile ev yapımı konserve yapmışlar patlıcandan. Tüm aile oturmuş yemiş konserveyi. Çok kuvvetli  bir zehir üremiş meğer konservede: Botulismus. Yedisi birden ölmüş.(syf,119)
*...Yataktan inerek yere battaniyenin üzerine sırtüstü yattım. Annem, elindeki boş reçete kağıdını iğneyle delerek bir yandan mırıl mırıl dualar okuyor, bir yandan da Kızılderililer gibi etrafımda dönüyordu. Beş altı tur attıktan sonra sobanın yanından aldığı kibritle delik deşik olmuş reçete kağıdını yaktı. Küllerini yine dualar okuyarak üzerime serpti. Başımdan ayak ucuma kadar sıvazlayarak işini bitirdi.(Nazar için) (syf,137)
*Eskiden el yazması kitapların içine "ya hafız, ya kebikeç" yazılırmış. Bu duanın, kitabı haşarattan, nemden ya da yangından koruduğuna inanılırmış. Ve yine rivayet olur ki bu yazının mürekkebi böcekler için zehirli olan düğünçiçeği bitkisinin suyundan yapılırmış. Özel bir mürekkeple yazılan bir tür muska yani: "koruyan, esiyrgeyen kebikeç" anlamında... (syf,150)
*... hiçbir şey yapmamaya karar veremeyen erkekler gibi, çok önemli bir şeye karar vererek (!) askere gitmiş... (syf,175)
*"litost" kelimesine rastlayıncaya kadar. Çekçe bir kelime. Yalnızlık, hüzün, öfke, hayal kırıklığı, utanma, çaresizlik, isyan ve daha birçoğu. Hepsini kapsayan bir kelime. Derin bir "iç çekiş" yani. (syf,176)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder